Cumhuriyet dönemiyle birlikte getirilen yeniliklerin, ülkemizin Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ulus bilinciyle var olmasının önemini daha derinden kavrayabilmemizi sağladığı gibi; tarikatlar ve dini duyguları istismar eden yapılarla ilgili daha güçlü bir bilinçlenmeye de ihtiyaç duyduğumuzu, yakın tarihimizde yaşadığımız darbelerle hepimiz acı bir şekilde sindirdik.
Bu bağlamda, özgün İslam anlayışını, ilk doğduğu günlere giderek Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in bilime verdiği önemi ve toplumsal reformlarını inceleyecek; sonrasında Hz. Ali’nin şehit edilmesi, dört halife döneminin bitiminde Kerbela olaylarından sonra, özellikle Emevilerin Siyasal İslam anlayışının yaygınlaşıp benimsenmesini ele alacağız.
Osmanlı Devleti’nin hilafeti almasıyla dini, devletin merkezine getirmesinin sonuçlarını ve Atatürk’ün idealini de vurgulayarak bir sonuca doğru ilerleyeceğiz. Bütün bu araştırmalarımın sonunda, ülkemizin yetiştirdiği ve dünyada adını bilimsel araştırmalarıyla altın harflerle zihnimize yazdıran Türk bilim insanlarımızın bu yazı hakkında değerli görüşlerini alarak bilimsel olarak da desteklettirdiğimi siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
Yanılmıyorsam, Atatürk’ü, İslam’ın temel öğretilerini esas alarak anlamaya çalıştığım bu bakış açısıyla ilk defa böyle bir araştırmayı okuyorsunuz. İlk olarak, İslam’ın dönüşümünü ele alalım.
PEYGAMBER’DEN SİYASAL İSLAM’A VE CUMHURİYET’E
İslam, Hz. Muhammed’in önderliğinde doğduğu dönemde yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda toplumda köklü reformlar yapan bir harekettir. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadınların neredeyse hiçbir hakka sahip olmadığı, ekonomik adaletsizliğin derinleştiği bir topluma İslam, ahlaki, hukuki ve sosyal düzenlemeler getirmiştir. Hz. Muhammed, “İlim Çin’de dahi olsa gidin, alın” diyerek bilginin evrenselliğini vurgulamış, insanları okumaya, sorgulamaya ve öğrenmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin “Oku!” (Alak 96:1) emri de bunun en büyük göstergesidir. Kadınlara verilen haklar, miras ve boşanma gibi konular da İslam’ın reformist yüzünü ortaya koymuştur. Hz. Muhammed’in vefatına kadar geçen sürede İslam, bilginin, hoşgörünün ve adaletin hâkim olduğu bir toplum inşa etmeye çalışmış; dini, bir baskı aracı değil, bireylerin özgür iradesiyle benimsemesi gereken bir yaşam tarzı olarak sunmuştur. İslam’ı bir teklif olarak insanlığa sunmuş ve bu öğretileri hayatınızda uygularsanız, iki cihanda da mutlu olursunuz diyerek mutlu bir yaşamın anahtarı olarak belirtmiştir.
Ancak Hz. Muhammed’in vefatından sonra, dört halife döneminde de Hz. Ali’nin şehit edilmesine kadar İslam, orijinalini korumuş ve özellikle Emevîler dönemiyle birlikte dinin siyasi bir araca dönüştüğü yeni bir süreç başlamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in öğretilerinde bütün toplumlara eşit haklar sunulmuş, ancak Kerbela olaylarında halk arasında Şii, Sünni gibi sert kutuplaşmalar meydana gelmiştir. Bu arada, Yazar Ahmet Turgut’un Gözyaşlarınızın Yağmur Olup Fırat’ın Kenarında Susuz Kalan Güllere Damlayacağı “Ayn, Şın, Kaf’la Yazılan Sır: Aşkın Elçisi, Aşkın Secdesi ve “Hak Kelamına Mim Koyan Hazreti Hüseyin”i yazdığı Aşkın Şehidi, Kerbela Serisi kitaplarını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Şam Şehidi Hz. Rukiyye’nin babasının şehit edildikten sonraki halini görünce küçücük kalbinin nasıl bir özlem ve nasıl büyük bir acıyla durduğunu gözyaşlarıyla okumayana da aşk olsun!
Siyasal İslam’ın Doğuşu ve Kerbela!
Dört Halife döneminde, İslam hâlâ Hz. Muhammed’in öğretilerine yakın bir çizgide ilerliyordu. Ancak Hz. Ali’nin şehit edilmesi ve ardından Emevîler’in iktidara gelişiyle din siyasetin merkezine yerleştirilmiştir. Kerbela Olayı, siyasal İslam’ın en dramatik kırılma noktalarından biridir. Hz. Hüseyin, Emevîler’in saltanat düzenine karşı çıkmış, ancak hilafetin bir saltanata dönüşmesini engelleyememiştir. Kerbela, İslam toplumlarında dinin nasıl bir otorite aracı haline getirildiğinin en büyük göstergelerinden biridir. Emevîler ve Abbasîler döneminde halifelik, yalnızca dini liderlik değil, aynı zamanda siyasi otoritenin de merkezi haline gelmiş, ulema sınıfı devletin meşruiyetini sağlayan bir yapı halini almıştır. Bu dönemde, din adamı kisvesi altında birçok kişi, dini yorumlama yetkisini tekeline alarak halkı baskı altına almış, şarlatanlık artmış ve İslam toplumları bilimsel düşünceden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu arada Osmanlı’da neler olduğuna bakalım…
Siyasal İslam ve Bilimin Gerileyişi Osmanlı Devleti
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde İslam, devletin temel direklerinden biri olmakla birlikte, bilime ve ilerlemeye açık bir yapıdaydı. Özellikle Fatih Sultan Mehmed gibi padişahlar, bilime ve felsefeye büyük önem vermiş, İstanbul’un fethi sonrası şehir bir bilim merkezi haline getirilmiştir. Ancak Osmanlı, Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliği devraldıktan sonra dinin devlet işlerine daha fazla entegre olduğu bir sürece girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle birlikte medreseler, yalnızca dini eğitim veren kurumlara dönüşmeye başlamış ve bilimsel ilerlemeyi yavaşlatan en büyük etkenlerden biri olmuştur.
Osmanlı’da tıp eğitiminin “günah” olduğu gerekçesiyle Müslüman çocuklara verilmemesi, bilimsel ilerlemenin nasıl kesintiye uğradığını gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleri yaşanırken, Osmanlı’da bilimin yerini dogmalar almıştır. Din, yalnızca ibadet eksenli bir yapıdan çıkarılıp siyasetle iç içe geçiren bu anlayış, zamanla dinin bir ticaret aracı haline gelmesine yol açmıştır. Tarikatlar, şeyhler ve sahte din adamları, halkı yönlendiren otoritelere dönüşmüş ve bu, Osmanlı’nın ilerleyememesinin ve çöküş sürecine girmesinin en büyük sebeplerinden biri olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini uzatan ise sanata, bilime önem verip yenilikçi bir anlayış benimseyen II. Mahmud dönemi de, Tazminat Fermanı’nın yayınlanmasına öncülük ettiği için çok önemlidir. Osmanlı Hanedanı’nın üçüncü ve son atasıdır. 31 yıl tahta kalmış ve tarihin siyasi açıdan en bunalımlı dönemine tanık olmuştur. En çok orduya önem vermiş, yeni ordu kurmuş, donanma ve askeri binalar inşa etmiştir. İlk resmi gazeteyi kurmuş (Takvim-i Vakayi), ilk buharlı gemiyi satın almış, bakanlıkları nazırlık ismi ile yenilemiş, devlet yönetiminde ve eğitim sisteminde Osmanlı tarihinin en köklü reformlarını yapmıştır. Ayrıca halk yobaz, bağnaz inançlara sürüklendiği için yenilikçi bir padişah onlara aykırı gelmiş, yeniliklere ‘’Gavur İcadı’’ dedirtmiş ve padişahta ‘’Gavur Padişah’’ diye anılmıştır. Çünkü ilk pantolonu da II. Mahmud giymiştir. O dönemde pantolon giymek günah kabul edilirmiş; giyen padişah olunca da ‘’Gavur’’ denilmiş. III. Selim’in yarım bırakmak zorunda kaldığı yenileşme hareketlerine sahip çıkmıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kuran’ın öğretilerini ve Osmanlı Devleti’ndeki kırılma noktalarını en iyi analiz edip, en iyi okuyabilen akıl ve stratejik bilgiye sahip olduğunu, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fethiyle İstanbul’u bilim şehri yapmasını ve II. Mahmud Dönemlerini Cumhuriyetle harmanlayıp yenilikçi bir yaklaşımla, dinin devletin içerisinde rol almasının sakıncalarını o dönemlerde Hristiyan, Yahudi dinlerinde de toplumsal olayları iyi analiz ettiği anlaşılıyor.
İstanbul’un fethi de en basit anlatımla: Hristiyanların birbirlerine düşmeleri, kendi içlerinde din savaşları vermelerinden bir anlamda da İstanbul’u kaybetmediler mi?
Cumhuriyet ile Çağdaş, Akılcı Sistem
Cumhuriyet ve Atatürk’ün İslam Anlayışı, Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte, halkı geri bırakan ve dini dogmalarla baskı altına alan anlayışın yerine çağdaş ve akılcı bir sistem inşa etmek gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, bunu görerek hareket etti ve dinin halkı sömüren bir araç haline gelmesini engellemek için adımlar attı.
Kur’an-ı ‘’Oku’’ya bilenlerden olmak için…
Atatürk’ün İslam anlayışı, doğrudan Hz. Muhammed’in öğretilerine dayanıyordu. O, İslam’ın bir Arap geleneği olmadığını, evrensel bir din olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’in Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından Türkçeye çevrilmesini sağlamış, böylece halk, dini doğrudan kaynağından okuyabilecek ve din adamlarının tekeline bırakmayacaktı. Yazır, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet Döneminde yaşamış Türk Din Alimi, Tercüman ve Hatattır. Kur’an’ın Türkçe Tefsirini telif etmiştir. Atatürk, o dönem kendini Şeyh, Din Adamı gibi gösterip etrafına cemaatler toplayan hacı, hocaları sınav etmiş; Peygamberimizin öğretilerinin dışında halkı aldatıcı bilgiler sunanları halkın görebileceği şekilde ibret olsun diye cezalandırmıştır.
İnanç, vicdan ve akılda yaşayabilir…
Atatürk, dini bir baskı aracı olmaktan çıkararak bireylerin özgür inancına bırakırken, eğitimi laik bir zemine oturtarak bilimin önünü açmıştır. Bu noktada sorgulamamız gereken, FETÖ gibi cemaatlerin neden ülkemizde ahtapot gibi dallanıp budaklanabildiğidir. Demek ki hâlâ tarihimizi doğru okuyamıyoruz. ‘’Eti senin, kemiği benim’’ anlayışıyla kendi çocuklarını cemaatlere teslim eden anne-babalar, ne oldu? Beyni yıkanarak ziyan olmuş bir nesil, kendi ülkesine hain olarak yetiştirildiğinin bile farkına 15 Temmuz darbesiyle fark eden aydınlarımız ve ülkenin en üstünden en alt birimlerine kadar her yerden sarıp sarmalayan ve kardeşi kardeşe dahi küstüren olaylar zinciriyle yüzleştik.
Erzurum’da yaz boyu çalışıp para biriktirmiştim. Ablama derdimi anlatınca, yeni evliydi, hiç düşünmeden boynundaki kalın altın zincir kolyeyi çıkardı, avucumun ortasına bıraktı, ellerimi ellerinin arasına sıkıştırdı. ‘’Oku! Sakın vazgeçme’’ dedi. Bu hiç beklemediğim destek yılmadan mücadele etmem gerektiğinin ilk işaretiydi üstelik çok da borçlanmıştım ve başarmalıydım, daha iyisini bir gün alıp ablama hediye etmeliydim. Bu kendi ayaklarım üzerinde durarak kazanacağım ilk para olmalıydı…
Bu cemaatin 5 yıldız otel konforu olan yurdunda kalmıştım. Ailem köyde yaşıyordu. Liseyi bitirmek için çok mücadele vermiştim çünkü bulunduğum çevrede 80’li yılların sonları, 90’lı yılların ortalarında hiç kız çocuğunu okutan yoktu. Tek hedefim üniversiteyi okumaktı. Hatırlıyorum, ilk gittiğim gün yurdun müdürünü beklerken hakkında bilgi de toplamıştım. Atatürk Üniversitesi’nde bir ana dalının başkanıydı. Heyecanla beklerken, duvarda büyük harflerle bir yazıya ilişmişti gözüm: ‘’Başıboş Değilsin!’’ Müdür beni çok şaşırtmıştı çünkü o gün özellikle yeni aldığım kot pantolonum ve yeni moda kaset çalarlı volkmenin büyük kulaklıklarını kulaklarıma takarak gitmiştim. (Çok havalı oluyordu. (!)) Akademisyen müdür, annelerimizin oyalı yazmasına benzer bir yazmayı başına iliştirmiş olarak beklediğim müdür odasına gelmişti. Gerçekten çok şaşırmıştım. ‘’Müzik dinlemek, erkeklerle konuşmak, 6’dan sonra giriş yasak!’’ Namaz kılıyor musun? ‘’Hayır, kılarım. Hepimiz Müslüman evladıyız, çabuk öğrenirim.’’ Müzik de dinlemeyeceksin. Radyo da mı yasak? ‘’Olur’’ deyince, müdür abla bana: ‘’Nasıl her şeyden, bütün alışkanlıklarından bir anda vazgeçebiliyorsun?’’ diye sormuştu. ‘’Çünkü üniversiteyi okumak istiyorum’’ demiştim. Yeminle aynen böyle geçmişti konuşma.
‘’Dereyi Geçtin Çayda Boğulma’’ (Çay: Küçük akarsu)
Erzurum standartlarında kalabileceğim o dönemin en lüks ve güvenli yurdu Yadigâr Kız Öğrenci Yurdu’ydu. Birkaç ay sonra yurdun müdürü: “Üniversite bir araç, amaç olmamalı. Çok girişkensin, al şu kitapları, yakın arkadaşın M.’yi de araştırdık, ailesi oldukça iyi, onu da buraya getir. Artık bizimlesin ve evleneceğin kişiye dahi biz karar vereceğiz.” (M’nin babası Erzurum’da çok sevilen bir bürokrattı.) Benim gibi “Vatan, Millet, Sakarya” milliyetçiliğiyle yetiştirilmiş, kimsenin buyruğuna giremeyen ve daha o yaşlarda boyundan büyük mücadelelerin ortasında olan birine böyle söylenince, hemen köye gittim. Anneme başımı kapatmamı istediklerini ve konuşmaları anlattım. “Hiçbir şey için mecbur değilsin. Başını da kapatmak zorunda değilsin. Yapamazsın. Başkaları senin adına buna karar veremez, ben de veremem,” dedi. “Ailem okumamı istemiyor, akrabamla evlendirecekler,” diye annemle ayrılmam için beni daha sonra da aramasınlar diye bir yol bulduk. Babamı kasabanın kahvehanesinde bulup ikna etmeye çalıştıklarını hatırlıyorum. Bana sundukları imkânlara kapılabilirdim. Çıkarım için devam edebilirdim. Neden etmediysem, şu an da aynı duygularla bu satırları yazıyorum.
Madem çok eskiye gittik, hiç kimseyi rol model almadım; yalnızca ortaokul matematik öğretmenim Süha Mühürdaroğlu’nu gerçekten Atatürk’e çok benzetirdim, giyimini ve fikirlerini… Gerçekten yolumuzu aydınlattı, en azından ben ondan ilham aldım. Hâlâ görüşüyoruz. Bu satırları ilk okuyacak kişilerden biri olacak, o nedenle huzurunuzda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Atatürk’ün icraatlarıyla devam edelim…
1924’te Halifeliğin kaldırılması, 1925’te Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, 1928’de harf devrimi gibi adımlar, halkın dogmalardan arınarak ilerlemesini sağlamıştır. Ancak günümüzde, dinin tekrar siyasetle iç içe geçirilmek istendiğini ve dini kendi çıkarlarına alet eden kişilerin arttığını görüyoruz. Atatürk’ün mücadelesi, yalnızca bir dönem için değil, geleceği aydınlatmak içindi. Bugün, onun fikirlerini anlamak ve bu doğrultuda hareket etmek, çağdaş Türkiye’nin devamlılığı için hayati öneme sahiptir.
Atatürk Bir Fikir Hareketidir!
Atatürk’ün Latin alfabesine geçişiyle ilgili olarak, halkın bir gecede cahil bırakıldığı yönünde toplumda yaygın bir görüş var. Ne yazık ki hâlâ bu görüşü savunan insanlar var. Latin alfabesine geçiş, Atatürk’ün en köklü reformlarından biriydi ve uzun vadeli bir kalkınma hamlesiydi. “Bir gecede cahil bırakmak” söylemini ilk defa bir siyasetçiden duymuştum, maalesef çok abartılı; çünkü Osmanlı dönemindeki Arap harfli alfabe herkes tarafından okunup yazılan bir sistem değildi. Zaten okuma yazma oranı çok düşüktü. Bu değişiklik, eğitimi kolaylaştırmak ve modernleşmeyi hızlandırmak için yapıldı. Tabii ki bir adaptasyon süreci oldu, ama uzun vadede halkın okuryazarlığını artırdı.
İlk yaptığı şeylerden biri de Türk dilini sadeleştirmek ve halka daha ulaşılabilir hale getirmekti. Atatürk’ün Türkleri bir araya toplama fikri, aslında daha Milli Mücadele döneminde şekillenmeye başladı. Kurtuluş Savaşı’nda halkı ortak bir amaç etrafında topladı ve ulusal bir bilinç oluşturdu. Ancak bu süreç sadece askeri zaferle sınırlı değildi. Cumhuriyetin ilanından sonra, dil, tarih ve eğitim reformlarıyla Türk kimliğini pekiştirdi.
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kurumlar kurarak, Türklük bilincini güçlendirdi. Ama esas olarak, halkı birleştiren şey onun “millet egemenliği” anlayışıydı. Osmanlı’daki ümmetçi yapının yerine, modern, laik ve ulusal bir kimlik inşa etti. Bu süreç, özellikle alfabe devrimi, tarih çalışmaları ve eğitim reformlarıyla daha da hız kazandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılaplar, yalnızca belirli bir dönemi değil, geleceği de aydınlatan adımlardı. O, dinin bir baskı unsuru değil, bireyin vicdanında yaşaması gereken bir inanç sistemi olduğuna inanıyordu. Bugün, eğer birileri Atatürk’ü anlamak istiyorsa, onun yalnızca bir lider değil, bir fikir hareketi olduğunu görmelidir. O, Hz. Muhammed’in getirdiği akılcı ve ilerici din anlayışını esas alarak, bir ulusun kaderini yeniden yazmıştır.
Cumhuriyet Türk’ün Kaderini Yeniden Yazdı
Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, özgürlüğün ve akılcılığın simgesidir.
Biz kendi özümüzden koparsak, çocuklarımız ne olacak? Deist, ateist, satanist gibi kavramlarla yüzleştik. 18 yaş altı binlerce çocuğumuz cinsiyet değiştirmek için başvuru yapmış, kimlik arayışında kaybolan çocuklarımız hep tekrar ettiğim gibi biz dolduramazsak boş kalan beyinlerini hemen istila edecek birçok şeytani vasıflılar hatta bilim adamı gibi sincice zihinleri doldurmaya başlıyor. Bilgisayara bağımlı olan çocuklarımızı biz yetiştirmiyoruz, TikTok daha etkili bizden. Sonra daha ortaokul öğrencilerimiz maddeyle, sigarayla, alkolle bir şekilde yoldan çıkarılıyor, çünkü bütün bunlarla mücadele edecek kapasitede olamıyoruz.
Özel okullar, çocuklarımıza hak etmedikleri notlarla karneleri şişiriyor. Sorgulamadık, göz ardı ettiğimiz küçük detaylar büyüyünce baş edemeyeceğimiz sorunların silsilesi olunca, aile, komşuluk, dostluk bağlarımızda zayıfladı ve 10 kişiden 8’imiz antidepresanlarla yaşıyoruz.
Manevi olarak çöktük!
Sosyal medyada eğitimli, eğitimsiz en çok yaşam koçlarını neden daha çok takip ediyoruz? Uyanmamız için daha neler yaşamamız gerekiyor?
Ramazan ayının ulvi ikliminde size milli tarih şuurumuzla ruhumuza ılık ılık esen bir araştırma yazısı hazırladım. Aslında hızlı geçtiğim kadın konusuna tekrar detaylı dönüş yapabilirim…
Kendi yolumuzdan sapmamalıyız, özümüzden ayrılmamalıyız. Ucanur Atalı’yı kalbimizdeki tahtına oturtup Sibel Bingöl olarak yürümeye devam ediyoruz.
Şimdilik hoşça kalın…
Sibel Bingöl
Kaynaklar: 1. Kur’an-ı Kerim, Alak Suresi (96:1) 2. Ahmed Hulûsi - Hazreti Muhammed’in Açıkladığı Allah 3.Prof. Dr. İlber Ortaylı - Osmanlı’da Eğitim ve Bilim 4.Fethiye Sarper Erdemgil - Savaşın ve Barışın Ustaları-Genetik Bilimin Işığında 12 Bin Yıllık Türk Karakteri 5. Prof. Dr. Şerif Mardin - Din ve İdeoloji 6. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır - Hak Dini Kur’an Dili 7. Sina Akşin - Türkiye’de Siyasal Değişim ve Atatürk 8. Ahmet Turgut -Aşk Serisi - Kerbela 9. Prof. Dr. İbrahim Canan - Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi 10. Musa Kocaman, Prof. Dr. İsmail Hakkı Eraslan - Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Stratejik Liderliği Işığında Sosyal Devlet 11. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk - Bilinmeyen Osmanlı