Geçen hafta böyle bir konunun gündemde olmasından, bu konuda yazı yazmanın bile ağır geldiğinden söz etmiş, çözümün ilk aşamasının "erkek"lerin sadece insan olması olduğunu vurgulamıştık.

Konuyu öylece kapatmayı düşünmüştüm aslında. Ama, hükümet partisinden bir kadın milletvekilinin, "Bizden önce kadının adı bile yoktu" cümlesi üzerine konuya devam etme zorunluluğu hissettim.

Meclisteki kadın vekil sayısı geldi aklıma. % 17. Ne acıdır ki bu oran da erkeklerin kadına lütfu gibi bir his oluşturuyor bende. Bir kadın milletvekilinin lütfu kazanım olarak göstermesi trajikomik doğrusu.

Bir milletvekilinin hem de kadın bir vekilin, TBMM çatısı altında yaptığı bu konuşma, tarih bilincine sahip olmadığını gösterir en azından. Aklıma hemen Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Medeni Kanun, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanun, kadınları erkeklerle eşit hale getirmek için gösterilen çaba ve mimarı Atatürk geldi. Hem de o meclisi açan Atatürk. En masum eleştirimi yapayım, haksızlık ediyorsunuz sayın vekil. Ya da kasıt mı aramalıyız.

Yine de biz sayın vekile haksızlık etmeyelim diye, kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar grafiğine bir baktım. Acaba düşüş mü yaşanıyor diye. Malesef grafik sürekli yükselme eğiliminde. Şimdi bir soru, acaba sayın vekil kadına nasıl bir ad verdi ki, kendilerinden önce o ad yoktu?

Yasa yapıcılar olarak kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismarın önlenmesi için ne gibi çalışmalarınız var? Şimdi buradan yaşanan acıları ve kadın bir bakanın sözlerini hatırlatıp okurlara aynı acıyı tekrar yaşatmak istemiyorum. Veya  kaçak yurtlarda yanarak yaşamını yitiren çocukları. Burada amacım birilerini eleştirmek değil aslında. Konuya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Olaylara siyasi kaygılarla ve gözlüklerle bakmaktan kurtulmamız gerekmiyor mu? Fesatlığıma verin, ama sormadan geçemeyeceğim. Meclis çatısı altında çok eşli vekil var mı? Varsa hangi partilere mensuplar? Sorular çoğaltılabilir,  ama cemaat, tarikat ve kadın konularında kafama takılan soruları geçiyorum.

 Kadın cinayetleri ve "erkek egemen toplum", çoğunlukla sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde görülen bir sistem sorunudur. Feodalite ezilmedikten sonra bu cinayetler ne yazıkki devam edecek.

Yaşanan şiddet, cinnet ve cinayetler sanki sistematik olarak artmaktadır. O zaman şapkamızı önümüze alıp düşünmemiz gerekir. Eleştirilerimizi kadına, çocuğa, hayvana, ormana kıyan bireylere yöneltmek yeterli mi? Bunun dışında yasa yapıcıları, uygulayıcıları, kendisini düşünce ve kanaat önderi sanarak topluma yön vermeye çalışanları, kültürümüzü, eğitim sistemini, eğitimcileri, hatta dini bakış açımızı,  aslında en çok da kendimizi eleştirmemiz gerekmez mi?

 Üzgünüz hem de çok. Toplumun bu hale gelmesinden yaptığımız-yapmadığımız  tercihlerle, yaşananlar karşısında takındığımız tavırla, durduğumuz yer ile... belki de hepimiz sorumluyuz.

Yazımı bir soruyla bitireyim. Daha 1923-1938 yılları arasında kadın hakları konusunda (aslında pek çok konuda) başarılı olan bir önderimiz var. Ölümünden sonra da izinden gidilse, acaba tablo bu gün nasıl olurdu?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fatma Senbene 2020-06-26 12:35:37

Yüreğinize sağlık hocam.

Avatar
Süreyya Kubilay 2020-06-26 14:01:42

Kalemine sağlık...

Avatar
Sezai Düz 2020-06-27 11:34:26

Çok teşekkür ederim :)