Bir insan, nasıl olmalı? Ya da nasıl insan olunur? Soruları bazen sizin de aklınızda, hatta yüreğinizde dolaşır durur mu? Benim sık sık sorduğum sorulardan biridir bu. Sorularıma vereceğim yanıtları somut örneklerle desteklemek gibi de bir huyum var. Kimbilir belki meslek hastalığı.
Bu soruları kendime sorup yanıt aradığımda, dürüst olmalı, kalp kırmamalı, kendisi kadar diğer insanların hatta diğer canlıların hakkını gözetmeli, sevgi dolu olmalı... gibi yanıtlar verdim hep. Somutlaştırma aşamasına geldiğimde ise ilk örneğim oldu Uğur'um. Uğur'um diyorum çünkü öyle hitap ederdim. İçimden öyle gelirdi. Hâlâ öyle geliyor.
On yılı aşkın bir süredir tanıdığım, aynı okulda görev yaptığım meslektaşım, arkadaşım, dostum, yoldaşım Uğur. Bir insana bu duyguların tamamını, hatta fazlasını hissetmek zordur biliyorum. Ama hissedende değildir marifet. Hissettiren olabilmekte bütün mesele.
Uğurları uğurlamak zordur bilirim. Uğurunuz gider, Uğursuz kalırsınız. Bir yanınız hep eksik kalacaktır, bilirsiniz. İçiniz acır, yanarsınız. Ağlamayı unutmuş olsanız da, hıçkırarak ağlarsınız. Uğurunuz gitmiştir, Uğursuz kalırsınız!
Öyle kolay bulunmaz ki Uğurlar. Kolay yetişmez ki.
Keşke dünya Uğurlarla dolsa, inanın o kadar yaşanılası bir yer olur ki. Cennete gerek kalmaz. Ama Uğurlar kolay bulunmaz.
Dünyada Uğurların çoğalması gerek. Şu an gittiği cennetten bana hayranı olduğum kahkasıyla gülüyor biliyorum. O gidemeyecekse cennet diye bir yer de yoktur zaten, inanıyorum.
Diyor ki bana, Sezai ağlamayı bırak, Uğurlar yetiştir. Ben de diyorum ki ona, dünya Uğurlarla dolsun. Uğurlar olsun. Biz sana olmayan hakkımızı helal ettik. Sen de helal et. Çünkü insan olan sensin Uğur'um.
Başınız sağ olsun Allah taksiratını af eylesin mekanı cennet olsun inşAllah