Son zamanlarda ülkemizde toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından izlenen diziler, nasıl bir millet olup çıktığımızı bize hatırlatıyor.
Bu dizilerin toplum üzerinde ki olumsuz etkileri uzmanlar tarafından her seferinde dile getiriliyor.
Ne var canım, dizi işte gerçek değil ya! Diye göz yumulsa da izleyici tarafından, uzmanlarca ifade edilenin bilinç altına yerleşmesinin hiç de o kadar masum olmadığı…
Ne yok ki! Şiddet, cinsiyet eşitsizliği, tüketim kültürü gibi temalar ön planda tutuluyor. Bununla birlikte entrika, intikam, lüks yaşam, kolay kazanç gibi unsurlar ise sıkça işlenmekte.
Yani televizyon dizileri toplumumuzu felakete sürüklüyor!
Uzman görüşüne göre ;“Araştırmalar, uzun süre şiddet içeren sahnelere maruz kalmanın bireylerde duyarsızlaşma yaratabileceğini ve bu durumun toplumsal düzeyde şiddeti meşru hale getirebileceğini göstermektedir. Özellikle gençler üzerinde bu tür içeriklerin olumsuz etkileri büyük olabilmektedir. Sosyal ilişkilerde saldırgan tutumların artması, sabırsızlık ve empati yoksunluğu gibi sonuçlar, şiddetin medya yoluyla normalleştirilmesinin getirdiği ciddi tehlikelerdir.”
Dizilerde diğer dikkat çeken konulardan biri ise kadın karakterleri. Çoğu yapımda kadın; ya mağdur yada güçsüz rollerde yer alıyor. Çok nadir özgür ve güçlü karakterler de yer veriliyor. Kadınların toplumsal statülerinin daha da zayıflamasına neden olabilmektedir.
Dizilerin felaketi evlere taşımasının diğer bir tarafı da tüketim kültürünü yaygınlaştıran bir araç haline gelmesi. Lüks yaşam tarzları, pahalı kıyafetler, abartılı mekanlar izleyici de özellikle de yeni yaşama atılmaya çalışan gençlerde gerçekçi olmayan beklentilere yol açabilmektedir.
Öyle ki ismini zikretmeyeceğim bir psikiyatr tarafından uyarlanan diziler de yaşananlar, akıllara durgunluk verecek seviyede. Gerçek yaşam hikayelerinden uyarlandığı ifade edilmesi de cabası! Kişisel travmalar, diziler aracılığıyla ancak bu kadar toplumsal travmaya dönüştürülebilir.
Dizilerin bu olumsuz etkilerini azaltmak adına, yapımcıların ve senaristlerin toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri büyük önem taşımaktadır. Şiddetin ve cinsiyet eşitsizliğinin normalleştirildiği senaryolar yerine, daha olumlu ve yapıcı içeriklere yönelmek, izleyicilerin bilinçlenmesine katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Televizyon dizileri, doğru kullanıldığında toplumsal değişim için güçlü bir araç olabilir. Ancak şu anki eğilimler, maalesef toplumu olumsuz yönde etkileyen bir medya ortamını işaret ediyor. Medya sektöründe çalışan tüm paydaşların, daha bilinçli ve sorumlu içerikler üretme noktasında harekete geçmesi, bu gidişatı tersine çevirebilir.