Kendimi bildim bileli; devlet ve hükümet diye iki ayrı kavramı duymuşumdur.
Devlet; bürokrasi kesimini temsil eder,
Hükümet ise halkın seçtiği idareciler olarak ifade edilmiştir.
Yani, devlet halktan genelde kopuk olmuştur.
Genel dememdeki maksat, kendisini milletin emrine amade eden bürokratları tenzih ettiğimdendir.
Az da olsa bu anlamda bürokratlarımız mevcut.
Geldiği yeri unutmayan, kendini milletle bir tutan, aldığı maaşın hakkını veren, kısacası meşgul ettikleri masaları, egolarını tatmin etme yeri olarak görmeyen bürokratlarımızda mevcut.
Sayıları az da olsa bu tür bürokratların yüzü suyu hürmetine, en kutsalımız olan devletimiz, onca entrikalara rağmen hala dimdik ayakta durabiliyor.
Peki, geriye kalan kendini devlet olarak gören, ama halktan kopuk aynı zamanda halkın parasıyla hayatını daim eden bürokratlar ne yapıyor.
Masalarında oturarak, her türlü dedikoduyu yapıyorlar, iş üretmemek için akla hayale gelmeyecek her türlü bahaneleri ortaya seriyorlar.
Halkın seçtiği idarecileri sıradan görüyorlar.
Çünkü halkı yok sayıyorlar.
Halkın yok sayıldığı bir yerde, halkın seçtiği idarecilerde onların gözünde sıradan olması kadar normal bir şey olamaz.
Bunu örneklendirecek olursak, ülkemiz Uluslararası Atom Enerji Ajansı’na 1957 yılında üye olur. O günden bugüne sürekli nükleer santral yapmak ister. Ancak hükümetlerin hiç biri bürokratik engelleri bir türlü aşamaz. En acı gerçeklerden bir tanesi de şöyle gelişir.
Devrin Başbakanı Rahmetli Turgut Özal’ın Enerji Santralının kurulması ile ilgili Fransızca olan bir metni Türkçeye çevirmek ister. Bürokrasi, -“hayır” sizin çeviri yapmanızla olmaz. Bu çeviriyi bizim yapmamız gerekir- der. Rahmetli Özal, -peki- der. Ve üzerinden koskocaman dört sene geçer, ancak çeviri yapılır. Ama yine ömür yetmez. Proje askıya alınır. Ta ki, 2015 yılına kadar. Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin temeli atılır. 2020 yılında da resmi açılışın yapılması bekleniyor. 1957 yılı ile 2020 yılı arasındaki farkı artık siz düşünün.
Bu ve buna benzer nice olaylar…
Oysaki devlet ve hükümet bir bütün olmalı.
Devletin sahibi halktır.
Bu sahipliğini de 15 Temmuz’da kendini tankların önüne siper ederek gösterdi.
Peki, kendini devlet olarak gören ve halktan kopuk olan bürokratlar ne yaptı.
Koskocaman bir hiç.
Çünkü onların tuzu kuruydu.
Darbeci ağabeyleri de, onlar gibi kendilerini halktan ayrı görüyor ve halkın iradesini yok sayıyordu.
Yani her iki kesimin de ortak noktası, kendilerini çok üstün, milleti ise sıradan görmeleriydi.
Ama o sıradan gördükleri millet 15 Temmuz akşamı onların tekerlerine çomak soktu.
249 şehidimizin kanında boğuldular.
Şimdi gelelim 15 Temmuzdan arta kalan kendini halktan üstün gören bürokratlara.
Unutmasınlar ki bu halkın aklıyla dalga geçilmez.
Yeri zamanı geldiğinde öyle şamar yapıştırır ki, neye uğradığınızı şaşırırsınız.
Benden söylemesi.
16 Nisan’ın bu bütünlüğe vesile olması dileğiyle...
Devlet halkla bütünleşmeli
Paylaş