Son zamanlar da sık sık düşünür oldum, ne oldu bize?
Nereye gidiyoruz?
Bir zamanlar her şey daha basitti, daha gerçekti. Şimdi ise her şey o kadar hızlı ve yapay ki...
Geçmişin o güzel, sade değerlerini, komşuluk ilişkilerini, dostluğu, dayanağımız olan o eski bağları kaybettik mi, yoksa sadece unuttuk mu? Bunu hep sorguluyorum.
Eskiden, komşunun cenazesi olduğunda evde üç gün televizyon açılmaz, müzik çalınmazdı. Annelerimiz cenaze sahibinin yemeklerini yapar, evini temizler, geleni güler yüzle selamlar, gideni hüzünle uğurlardı. Cenaze sahibi yasını tutarken, herkes yanında olur, acısını biraz olsun hafifletmek için elinden geleni yapardı.
Şimdi, cenaze daha kaldırılmadan, ev sahibi ve taziyeye gelenler pide derdine düşüyor. Ev sahibi kime ayran yetmemiş, yemek tabağı kimin eksik onu takip etmek zorunda bırakılıyor. O eski samimiyet, o acıyı paylaşıp yas tutma duygusu nereye gitti?
Ve ilişkiler…
Gençken sevdiğimizin gözlerinin içine bakmaya utanırdık, her bakışı, her anı öyle kıymetliydi ki. Şimdi, aynı insanlar birer ekrandan birbirlerine mesaj atıyor. O güzel, saf duygular yerini anlık eğlenceye, geçici bağlara bıraktı. İnsanın birbirine bakıp “iyi ki varsın” diyebilmesi bile o kadar zorlaştı ki. Oysa, bir zamanlar her bakış, her gülüş, her an çok değerliydi.
Ve sosyal medya…
Her şey çok garip hale geldi.
70’li, 80’li jenerasyon iş güç derdiyle, çocuklarıyla ilgilenirken şimdi, aynı abilerim, sosyal medyada flörtleşme derdinde. “Kim kimi beğendi” diye bir yarış hali.
Köşe başı bakkalların yerini estetik dükkanları aldı. Şişmiş dudaklar, kalın kaşlar, yastık yüzlerle ortalık kadın - erkek plastik surat doldu. Model aynı.
Hani bir zamanlar doğal olan her şey vardı ya, işte hala o doğal haliyle kalan hem daha saygın hem de daha samimi inanın!
Eskiye dair olan ne varsa, o sıcak, samimi ilişkiler, doğallık, insan olmanın en temel değerleri…Bence bunlar çok kıymetli şeyler.
Bu kadar değişen dünyada, belki de biz asıl “fabrika ayarlarına” dönmek zorundayız. Hızla giden her şeyin içinde kaybolmadan, insan olmanın değerini yeniden hatırlamalıyız.
Doğal, içten, samimi bir hayatı yeniden inşa edebilmek ve gelen neslimize aktarmak belki de bugünün ve her birimizin en büyük ihtiyacı diye düşünüyorum.