Yıl 1918, günlerden 13 Kasım. Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmış, Osmanlı orduları dağıtılmış. Mustafa Kemal'de o gün İstanbul'a dönmüştür.
Tesadüfe bakın ki aynı gün 61 parçadan oluşan İtilaf Devletleri donanması, üç yıl önce geçemedikleri Çanakkale'den törenle geçmiş, Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemiş, toplarını saraya çevirmişler. Bu 465 yıl sonra İstanbul'un resmen işgal edildiği anlamı taşır. Binlerce işgalci asker İstanbul sokaklarında şımarık tavırlarla dolaşır olmuştur.
O gün hırsla ve üzüntüyle o gemileri izleyen bir çift mavi göz vardır. Bir süre izledikten sonra dudaklarından şu sözler dökülmüştür: "Geldikleri gibi giderler!" O an yanında bulunan yaveri de: " Onları kovmak size nasip olacak paşam." cümlesi ile ona olan inancını dile getirmiştir. Mustafa Kemal: "Bakalım" dediği anda kafasından geçenler kurtuluş planlarından başka bir şey değildir.
Yaşananların bir işgal olduğunu hepimiz biliyoruz ama bazı örneklerle bunu açıklayalım.
İstanbul'a akbabalar gibi üşüşen İngiliz komutanlarından biri de Suriye'de Mustafa Kemal'in dersini alan, Allenby'dir. Harbiye ve Hariciye bakanlarını huzuruna çağırtacak, oturmalarına bile izin vermeden fırçalayarak talimatlarını sıralayacak yetkiyi kendinde görmektedir.
Türkleri köle yapacağını söyleyen Fransız General Franchet d'Espetey, Fatih'in İstanbul'a girişine gönderme yaparak, iki zenci tarafından tutulan at sırtında giriyordu. Mustafa Kemal onu palyaçoya benzetecekti.
O dönem İstanbul'da yaşayan Rum ve Ermeniler gemi azıya almış, Türklere her türlü hakareti edebilmekteydi. Rumlar sokakta karşılaştıkları Türkleri Yunan bayrağını selamlamaya zorluyorlardı. Fener Rum Patriği arabasında 29 Mayıs 1453'te tarihe karışan Bizans bayrağı ile dolaşacak kadar ileri gitmişti. Türkler ise büzüşerek duvar diplerinden yürüyecek hale getirilmişti. Subaylar bile üniformalarıyla sokağa çıkamaz olmuştu.
O günlerde atılan bir manşet (Mondros Mütarekesi'ne atıfla) şöyleydi: "Bizimkine mütareke değil, kayıtsız şartsız teslim derler." Evet, ne acıdır ki, saltanatını koruma derdine düşenler, kayıtsız şartsız teslim olmuş, başkent işgal edilmiş, hatta işgalci İngilizlerden medet umulur hale gelinmiştir. Yani "celladına aşık"tır İstanbul hükümeti.
Ancak "celladına aşık" olmayanlar da vardır bu yüce milletin bağrından kopan. Onlar ise "Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." diye çıktıkları yoldan her türlü entrikaya rağmen dönmeyecek olan yiğitlerdir. Sloganları, "Ya istiklal, ya ölüm!" olacak kadar vatana adanmış hayatlar...
İstanbul ikinci kez 16 Mart 1920'de işgal ediliyor ve bu defa idareye de el konuluyordu. Ne acıdır ki payitahtın kendi başkentinde sözü geçmez olmuştu. Ama yine de işgalcilerle iş birliği yapmaktan geri kalmıyorlardı. Düşmanla boğuşmak yetmezmiş gibi, İstanbul hükümeti ve işgalcilerin desteğini alarak baş gösteren iç ayaklanmalarla da boğuşmak zorunda kalınması bunun en belirgin kanıtıydı.
İstanbul'da halk temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmiş, sosyal ve ahlaki çöküntü yaşanmaktaydı. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatı 10-12 kat artmıştı.
Söylenecek, yazılacak daha çok şey var. Ama anlayana yeterli diye düşünüyorum.
Şimdi o günleri göz önüne getirin, vicdanınıza danışın. Sizce insanlar Ayasofya'da ibadet derdinde miydi? Bırakın Ayasofya'yı İstanbul'da ibadet ne durumda olabilirdi?
Bu durum ne zaman mı sona erdi? Anadolu'da Kurtuluş Savaşı kazanılıp, şanlı ordumuz yönünü Çanakkale ve İstanbul'a döndürdüğü zaman. İşgalcilerin savaşı göze almayıp, hem de tek kurşun atılmadan İstanbul'u terk ettiği zaman. (4 Ekim 1923) Şanlı ve muzaffer ordumuzun Istanbul'a girişi, adeta İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet'ten sonra yeniden fethedildiği zaman. (6 Ekim 1923)
Şimdi soruyorum size, din maskesinin arkasına saklanarak Atatürk'e hakaret eden din tacirleri, din bezirgânları hain değilse nedir? İnsanda birazcık ar kaldıysa bu nankörlüğü yapar mı? Arsızlar, ahlaksızlar, edepsizler!!! Ne demişti Atatürk: "Geldikleri gibi giderler!" Bu sözden payınıza düşeni alınız.
“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!”
Paylaş